“Putin’in kalbi durmuş!”, “Bihter dizisinin çekimleri sırasında Farah Zeynep Abdullah ile Hande Ataizi ciddi bir kavgaya tutuşmuş!”, “Özgür Özel, CHP Genel Başkanı olmayı meğer aklına yıllar önce koymuş!”
Dedi- dedi- dedi!….Üstüne koyabildiği kadar koydu, oldu sana “Dedikodu”!
Valla dedikodu deyip geçmeyin- ki ata sporumuz olur kendisi! Mevzu belli, dedikodunun kalpleri kırıp ilişkileri zedelediğini, insanların itibarıyla oynayıp isimlerini lekelediğini, hatta toplumları bile alaşağı edebildiğini biliyorsunuz da faydalarını biliyor musunuz acaba?
Tamam, zararlı bir alışkanlık da bir grubun- toplumun arzularını, korkularını ve de meraklarını ortaya çıkarıyormuş dedikodu! Alttan alttan içinde bulunduğumuz çevrenin kurallarını ve de sınırlarını anlamamızı ona göre de davranmamızı sağlıyormuş. Küçükken duymuştum; “Şeytanın radyosu” diyordu bir komşumuz dedikodu için, bence haklı olabilir! Altın gününde yapılınca kısır, borsada yapılınca para gelir- kesin bilgidir yayılabilir!
Şimdi ‘Bilmem kim bilmem kimle haşna- fişne yapıyor/ Kim kazandığından fazla harcıyor/ Kim aslında ağır hasta, doktorlar kurtarmak için uğraşıyor”u konuşmanın ne faydası var demeyin canım, başkalarının hayatlarını konuşarak kendi dertlerini unutmaya çalışanların da rehabilitasyonu dedikodu! Herkesin bildiği gizli şeyleri konuşmak, itiraf edin sizi de biraz rahatlatmıyor mu?
Tabii dedikodunun çok da adil, hakkaniyetli bir müessese olduğunu söyleyemeyeceğim, kiminin kapısını çalar kiminin kapısını kırar atar! Gel de anma yine anneannemi!: “Milletin cevizleri tıkırdamaz da, bizim unlarımız hışırdar!”
‘Kulaktan kulağa’ diye bir oyun vardır hani! Diyelim yan yana 10 kişi dizildi. Sıranın başındaki yanındakinin kulağına bir şeyler dedi, o da dönüp bunları yanındakine söyledi. Bu böylece tekrarlanıp bittiğinde, onuncu kişiye ne duyduğunu sorarsanız aldığınız cevaba şaşırabilirsiniz. Çünkü sıranın en başındakine söylenen cümleyle, sıranın sonundakinin söylediği arasındaki farka inanamayabilirsiniz. Dedikodu aslında tam da böyle bir şey değil mi? Delinin biri kuyuya bir taş atıyor, 40 akıllı çıkaramıyor!
Valla ister kabul edelim ister etmeyelim, burnumuzu başkalarının işine sokma işinde ehilizdir. Aramızda kalsın, dedikodu da oldukça iyi evrimleşmiş sosyal bir beceridir. Evet, beceridir çünkü dedikodu konusunda yetenekli biri, geniş bir network ile iyi ilişkiler kurabilir. Hem de çevresinde neler olup bittiğine dair de bilgi sahibi olabilir. Bazen zeki insanlara çok kızıyorum, yalanı aptalların eline bırakıyorlar diye de bakmayın dedikodu aslında belli bir zeka da gerektirir. En azından inandırıcı olması, geniş kitlelere yayılması, herkesçe duyulması, ince bir zeka gerektirir. Yani başarılı dedikodu, iyi bir takım oyuncusu olmayı ve öğrenilmesinin kimsenin canını acıtmayacağı bilgileri başkalarıyla paylaşmayı gerektirir. Ancak ne zaman konuşmanız ne zaman da susmanız gerektiğini bilmeniz önemlidir.
“32 dişin arasından çıkıp 32 köyün içine girer” diye boşuna dememişler, dedikodu dediğin dilli mikser!
Öznesi olmakta değil de konusu olmak sıkıntı dedikodunun, dostlar mı yanındakiler yoksa sahte mi yüzler!
Unutmadan, hakkında söylenenleri sana taşıyanlar var ya, onlara şunu de:
“Ey dost! Bana arkamdan konuşulan lafı getirme!
Onlar senin yanında nasıl rahatça konuşuldu, onu söyle!”
………………………………………………*…………………………………………………..
O Mualla’yı Sandala Attı mı?
“Geç bunları, anam babam, geç/ Geç bunları bir kalemde/Bilirim ben yaptığımı…”
Dedikodudan bu kadar bahsetmişken kulağınıza ve de dilinizin ucuna Levent Yüksel’in o meşhur dedikodu şarkısı geldiğine yemin edebilirim ama ispat edemem! Dedikodunun ikiz kardeşi gıybetten söz etseydim Serdar Ortaç ağabeyimizin; ‘Çekemiyorlar bizi/Kıskanıyorlar bizi” şarkısıyla eller havada bulabilirdiniz kendinizi! Ama müsaadenizle ben sizi entelektüel kişilerle bir meyhaneye götüreceğim şimdi:
Evet, geldiğimiz yer Hoşgör Meyhanesi! Yer, Karaköy Perşembe Pazarı!
Mekanın baş müdavimi Orhan Veli! O takmış buraya Çat Çat ismini!
Dedim ya entelektüel kişilerle gideceğiz buraya diye, işte Sabahattin Ali, Bedri Rahmi Eyüpoğlu gibi dönemin ünlü yazar ve şairleri de oraya giderlermiş sık sık! İstanbul’a tamamen yerleştikten sonra sakal bırakıp devrin bopstil modasına uyan Orhan Veli, bu bohem yoksulluktan büyük keyif alırmış ki Çat Çat’a evi gibi sığınırmış. Hepimizin bildiği “İstanbul’u Dinliyorum” şiiri de hatta, burada yazılmış!
Hoşgör Meyhanesi’ni pardon Çat Çat’ı Mualla abla diye bir kadın işletiyormuş, yemek de servis de ondan sorulurmuş. Orhan Veli kadına, ‘Mualla abla’ dediği için olacak, herkes ‘Mualla abla’ diyormuş. Mualla herkese iyi ama Orhan Veli’ye başka bir sıcak davranıyormuş, herkes kadının Orhan Veli’ye aşık olduğu konusunda hemfikirmiş ama Orhan Veli bunu asla kabul etmiyormuş. ‘Ne Süheyla’sı kaldı ne Eleni’si, Melahat dediniz şimdi de Mualla’yı mı yakıştırdınız’ deyip kızıyormuş.
Evet işte böyle çıkmış ortaya, Levent Yüksel’in söylediği, hepimizin keyifle dinlediği o meşhur şarkının sözleri:
Kim söylemiş beni/ Süheyla’ya vurulmuşum diye?/ Kim görmüş, ama kim/ Eleni’yi öptüğümü!
Yüksekkaldırımda, güpegündüz/ Melahat’i almışım da sonra/ Alemdara gitmişim, öyle mi!
Onu sonra anlatırım, fakat/ Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?/ Güya bir de Galata’ya dadanmışız!
Kafaları çekip çekip/ Orada alıyormuşuz soluğu/ Geç bunları anam babam, geç/ Geç bunları bir kalemde
Bilirim ben yaptığımı/ Ya o Mualla’yı sandala atıp Ruhumda hicranını söyletme hikayesi!’
‘Çok aşık oldum ama hiç evlenmedim’ diyen ünlü şair, aşkları, çapkınlıkları, başlattığı yenilikçi şiir akımıyla kısacık yaşamına çok şey sığdırarak 36 yaşında hayata veda etti! Neyzen Tevfik’ten Nazım Hikmet’e tüm şairlerin arkasında ağladığı Orhan Veli Kanık, bundan 73 yıl önce tam da bu hafta 14 Kasım’da aramızdan ayrıldı! ‘İstanbul’u dinliyor şimdi- gözleri kapalı!’
Ruhun şad olsun büyük usta! Yerin hiç dolmadı!
………………………………*……………………………………..
Yeni Bihter, Eski Bihter’i Tahtından mı Eder?
Büyük sanatçıların trajik hikayelerinin olması pek de tesadüf olması gerek! Yaşadıkları o acılarla yoğrulup sanata çeviriyorlar yapıtlarını belki de!
“Dert ve felaket, insanları en çok umuda sarıldıkları zamanda hırpalamaktan zevk alır” diyen Halit Ziya Uşaklıgil de onlardan biri işte. Gerçi biz onu en çok Aşk-ı Memnu ile tanıdık sevdik sanki. O zamanlarda bu kadar iddialı bir konuyu, amcasının eşiyle aşk yaşayan bir Behlül’ü, geçmiş travmalarından kurtulamamış Bihter’i yazmak hiç de kolay değil!
Biliyor musunuz ki Halit Ziya, Bihter karakterini yaratmak için öncesinde gazetede bir köşe yazarı olarak kadınlarla ilgili yazılar yazmış, Bihter olmayı öğrenmiş. Peki hikaye için nereden esinlenmiş, valla bakın o tam gıybetlikmiş! Kendisi gibi Servet-i Fünun sanatçısı olan arkadaşı Mehmet Rauf’un, Halit Ziya Uşaklıgil’in eşi Memnune ile ilişkisi olduğu rivayet ediliyormuş. Üstelik Mehmet Rauf bunun duyulmasının ardından intihar teşebbüsünde bulununca kendisini kurtaran da Uşaklıgil olmuş! Peki bu karışık ilişki yumağının edebiyata ne faydası olmuş; Mehmet Rauf, ilk psikolojik romanımız olan ve karı-koca-aşık ilişkisini anlatan Eylül’ü, Halit Ziya da Aşkı–Memnu’yu yazmış!
Dizisi büyük sansasyon yaratan Aşk-ı Memnu, vizyondayken sahip olduğu popülerliği aradan geçen 15 seneye rağmen hala koruyor, eski bölümleri hala ilk günkü heyecanla izleniyor.
Şimdilerde bir film platformunda bu haftasonu seyircisiyle buluşacak olan Bihter konuşuluyor!
Fragmanlarından filmin geçtiği dönemi de tam anlayamadım. Türkiye’de hangi dönem öyle kıyafetler giyiliyordu, çıkaramadım. Dönem filmi havasında çekilmiş ama nasıl desem öncekiyle aynı tadı alamadım. Farah Zeynep Abdullah’ın canlandırdığı Bihter, fazla işveli- cilveli geldi sanki! Öncekinde Nebahat Çehre Bihter’in annesi rolünde şahaneydi, bu filmde de Hande Ataizi; ‘Anasına bak, kızını al’ dedirtti! Filmin çekimleri, meşhur ‘ Great Gatsby’ filmi ile ‘Chicago’ müzikalinde hissettirdi. O kasvetli köşkten, dram kokan havadan eser yok, neşeli- şehvetli- eğlenceli Bihter, bozacak gibi sanki ezberleri! Filmin sonunda intihar- mintihar etmez bu taze Bihter, koca köşkü içindekilerle bile yakar, arkasına bakmadan da kaçar’ diyeyim size!
İzleyelim bakalım nasıl olmuş, Beren Saat tahtını mı korur, Farah Zeynep mi herkesi şaşırtır!
Şunu bilir şunu söylerim;
Taklitler, asıllarını yaşatır!
………………………………*………………………………..
HAFTANIN EN’LERİ
Haftanın Kararı: Düğüncülerin Dikkatine! Oluşturdukları tehlike nedeniyle İstanbul’daki düğünlerde artık volkan, mum, köpük, maytap, baloncuk gibi yanıcı ve parlayıcı maddelerin kullanımı yasaklandı! Yanıcı maddelerden çıkan zararlı gazlar, kapalı mekanda misafirler ve salon personelinin can güvenliğini tehdit ettiğinden böyle bir karar alınmış! Bence ziyadesiyle doğru bir karar! Patlama- çatlama olmadan da evlenebilir insanlar, o güzel günü riske atmaya ne gerek var!
Haftanın Tavsiyesi: Tatlı ve kırmızı bir meyveyle ilgili! Amerika’da yapılan bir araştırmada, her gün çilek tüketmenin orta yaştaki bazı bireylerin bunama riskini azalttığı tespit edilmiş! Çilek, beyindeki iltihaplanmayı azaltarak bilişsel işlevi iyileştiriyormuş! Hep dudakla tasvir edilir çiçek meğer beyini iyileştiriyor, hafızayı güçlendiriyormuş! Çilek deyip geçmemek gerekiyormuş, her hastalığın ilacı doğada var aslında, biraz görmek biraz çözmek gerekiyormuş!
Haftanın Azmi: Beyin derken tam üstüne geldi bu haber! Geçirdiği beyin kanaması nedeniyle hafızasını kaybeden iş insanı Berat Öztürk, yeniden okuma yazma öğrenerek hayata yeniden başlamış! Akdeniz Üniversitesi Kimya Bölümü mezunu olan ve makine ekipmanları üzerine çalışan Öztürk, beyin kanaması geçirmiş ve hafızasını kaybetmiş! Okuma- yazma dahil her şeyi unutan Öztürk, herşeyi sıfırdan öğreniyormuş! Sen gel koca kimya fakültesini bitir sonra da ilkokul öğrenciliğine geri dön, baştan öğren her şeyi! Hayat gerçekten çok şakacı bazen ve yaptığı şakalar da komik olmuyor her zaman!
Haftanın Dolandırıcılığı: Yine sosyal medya fenomenlerinden geldi! Sosyal medyada tuhaf konuşma şekilleri, cüretkar kıyafetleri ve sözleri ile tanınan Nihal-Bahar Candan kardeşler, sazan sarmalı yöntemiyle çok sayıda kişiyi dolandıran suç örgütünün üyesi oldukları ve ‘suç gelirlerini akladıkları’ iddiasıyla gözaltına alındı! Ucuz araç alma vaadiyle birçok kişiyi dolandıran örgütte, tutuklanma kararları çıkmaya başladı! İnsanlar daha fazla ne kadar kötü- acımasız ve hırsız olabilir dedikçe hep bir ötesi oluyor, insanlık öldü, selası okunuyor!
Haftanın Saldırısı: Filmlik bir saldırı! Karabük’te koyunlarını otlatan 2 kişiye ayı saldırdı! Kendi çabaları ve köpeklerinin yardımıyla zar zor kurulan 2 kişi, hem koyunlarının hem de kendi canlarını zor kurtardılar! İklim değişti, doğa bozuldu demek artık ayılar da karnını rahat doyuramıyordu! Sahi ayıların bu zamanda kış uykusuna yatmış olmaları gerekmiyor muydu! Aç aç uyumak istememiş, anlaşılmış oldu!